Ben denize gidiyorum
Zamanı size emanet ediyorum kargaşa şehrinin insanları –evlerinden işlerine, işlerinden evlerine koşuşturan. Ben denize gidiyorum… Tam tekmil denizi yaşamaya gidiyorum; zamansız yaşamaya.
Soluk soluğa geçen saatlerin hesabını yapmaksızın tembellik hakkımı kullanmaya; zamanı zamansız yaşamaya, Ege’den başlayıp, Akdeniz’e uzanmak niyetiyle koskocaman bir “merhaba” diyip denize, kuşlara, balıklara, rüzgâra, sizlereyse kayıp şehrin tutsakları elveda diyerek ben denize gidiyorum.
Bir köpek gibi yatıp gölgesine sarmaşığın umarsız sessizce izlemek istiyorum yaşamı yavaşça sahildeki bir çardaktan yorum yapmadan. Sonra amacım güzel yanlarını ayırıp biriktirmek, kötü yanları silip süpürmek yaşamın. Dar bir sokaktan denize doğru yürüyüp sıcağın alnında saçlarımı okşaması için rüzgâra bırakmak istiyorum kendimi. Kumsalda ayak izlerimi sürüp dalgalarla kumun seviştiği yerde seni sevdiğimi yazmak istiyorum, bir an sonra sevgi diye gördüklerimi suyun alıp götüreceğini bilsem de işte yaşamak budur diyerek yaşamak istiyorum.
Deniz kabuklarını saymak sırayla küçükten büyüğe ve yeniden büyükten küçüğe doğru bütün gün ve gece ay ışığında parlayan yakamozları yakalamak kelebek avlar gibi ama filesiz koleksiyon yapmadan. Olmayan koleksiyonu göstermek sevgiliye yakamoz pırıltılarından oluşmuş sonra dudaklarına bir kelebek kondurmak yumuşak ve derinden gözlerini denizyıldızlarıyla kaplayarak sessizce.
Ve yelken basmak kuzey, doğu, şimal rüzgârlarının önünde pervasızca gömülerek sulara güverteye kadar korkuyla karışık yüreğinin ta içinde duymak denizi kıyılarına, adalarına selam ederken Ege’nin.
Güzel kadınların kalçalarında yaşamak için geceleri ve sabaha karşı üşüyerek sarılmak için hazla titreyen bedenlere...Buram buram kadın kokusuyla sarhoş olarak uyanmak için denize gidiyorum... fırtınanın dinen sesiyle birlikte.
Zamanı size emanet ediyorum kargaşa şehrinin insanları –evlerinden işlerine, işlerinden evlerine koşuşturan. Ben denize gidiyorum… Tam tekmil denizi yaşamaya gidiyorum; zamansız yaşamaya.
Soluk soluğa geçen saatlerin hesabını yapmaksızın tembellik hakkımı kullanmaya; zamanı zamansız yaşamaya, Ege’den başlayıp, Akdeniz’e uzanmak niyetiyle koskocaman bir “merhaba” diyip denize, kuşlara, balıklara, rüzgâra, sizlereyse kayıp şehrin tutsakları elveda diyerek ben denize gidiyorum.
Bir köpek gibi yatıp gölgesine sarmaşığın umarsız sessizce izlemek istiyorum yaşamı yavaşça sahildeki bir çardaktan yorum yapmadan. Sonra amacım güzel yanlarını ayırıp biriktirmek, kötü yanları silip süpürmek yaşamın. Dar bir sokaktan denize doğru yürüyüp sıcağın alnında saçlarımı okşaması için rüzgâra bırakmak istiyorum kendimi. Kumsalda ayak izlerimi sürüp dalgalarla kumun seviştiği yerde seni sevdiğimi yazmak istiyorum, bir an sonra sevgi diye gördüklerimi suyun alıp götüreceğini bilsem de işte yaşamak budur diyerek yaşamak istiyorum.
Deniz kabuklarını saymak sırayla küçükten büyüğe ve yeniden büyükten küçüğe doğru bütün gün ve gece ay ışığında parlayan yakamozları yakalamak kelebek avlar gibi ama filesiz koleksiyon yapmadan. Olmayan koleksiyonu göstermek sevgiliye yakamoz pırıltılarından oluşmuş sonra dudaklarına bir kelebek kondurmak yumuşak ve derinden gözlerini denizyıldızlarıyla kaplayarak sessizce.
Ve yelken basmak kuzey, doğu, şimal rüzgârlarının önünde pervasızca gömülerek sulara güverteye kadar korkuyla karışık yüreğinin ta içinde duymak denizi kıyılarına, adalarına selam ederken Ege’nin.
Güzel kadınların kalçalarında yaşamak için geceleri ve sabaha karşı üşüyerek sarılmak için hazla titreyen bedenlere...Buram buram kadın kokusuyla sarhoş olarak uyanmak için denize gidiyorum... fırtınanın dinen sesiyle birlikte.
İşte tüm bunların ve hayalini kuramadıklarımı bile yapmak için ben denize gidiyorum. Sizse kalın sağlıcakla…
Not: Bu yazı 2000 yılında yazılmış bir anı defterinden alınmıştır.